Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ülkü ocağında asılı bir fotoğrafın hikayesi

Aşağa gitmek

ülkü ocağında asılı bir fotoğrafın hikayesi Empty ülkü ocağında asılı bir fotoğrafın hikayesi

Mesaj  gizligörev39 Ptsi Eyl. 28, 2009 5:18 pm

Birkaç resim vardır ülkücülerin ocaklarında, evlerinde yada var oldukları hemen her yer de, Başbuğ, Bozkurt, Üç Hilal ve birde kara kışın ortasında çekilmiş bir siyah beyaz cenaze fotoğrafı…

İstanbul Ankara gibi büyükşehirlerde yada Anadolu nun herhangi bir tenha köyünde herhangi kör bir zaman da işte bu resimlerden biriyle karşılaşırsanız biliniz ki işte orada ülkücüler vardır…

Sanki o resimler taştan topraktan bir mekana ülkücülerin ruhunu katmış can vermişlerdir. Diğer resimlerin renkli renkli hallerini başka başka yerlerde görmüş olsanız da o siyah beyaz cenaze fotoğrafının bir başka hali yoktur hiçbir yerde .Çünkü ne bir öncesi,nede bir sonrası vardır o anın.O fotoğrafı kim çekmişti ? Neden gözlerinin önünde akıp giden zamanı önce yüreğine kazıyıp ardından o kareye sığdırmak istemişti Durmuş zamanın hangi noktasında yakalayıvermişti o anı yada kimdi o omuzlar üzerinde akıp giden tabutun içinde yatan.. Artık o günleri yaşamamış, görmemiş genç ülkücüler dahi pek bilmezler…
Oysa, yaşlı ya da genç zengin yada fakir, hayat denilen muammaya dalıp gitmiş her bir ülkücü için işte o fotoğraf; ölümüne bir aşkın destanını anlatan siyah beyaz bir eski film şeridinin koptuğu son karedir. Demek bir tek o kare önemli idi ve o an ülkücülerden başka kimsenin bilmediği bir sır yaşanmıştı orda. O yüzden zamanı dondurup içinden tek o kareyi aldılar ülkücüler ve kar beyaz bir ölümü yaşatmak istediler, kendileri ile beraber sonsuza dek…
Duvarda asılı bir tarihin suskun şahidi olan o fotoğraf sanki bir zalim ressamın bembeyaz yüreklere vurduğu karakalemin den sızan kapkara kan ile çizdiği bir resim gibi ya da bir şairin hüzünlü mısralarında var olmuş bir ağıt gibi yakar kavurur insanım diyebilen herkesin yüreğini…
O gün Kim oldukları bile belli olmaz bir kalabalığın içinde akıp giden insanlar bugün nerdedirler, Kaldılar mı hayat ta. Yâda bir başka tabutta bir başka kutlu kervan ile uğurlanmışlar mıydı ebedi saltanata bir çetin yolda… Yoksa asılmışlar mıydı bir hilalsiz şafak vakti, lime lime olasıca urganlarla…
O günden çok sonra doğmuş genç ülkücüler bugün her baktıklarında kendilerini görürler o fotoğrafın bir yerinde.Yürüyüp giderler zemheri ayazın içinde.Üstlerine yağan kar taneleri ile bembeyaz bir kefen giyip belki de o tabutta zifiri karanlıklara gömülüp uçarlar kış güneşine..Mutlaka ama mutlaka her ülkücüye bir yer vardır o resmin herhangi bir yerinde,ya bembeyaz karları aşıp giderken en dinç haliyle yada can arkadaşının tabutunu omuzlamış en kocamış halinde.Ayazdan üşüyen bedenler son yolculuğuna uğurladıkları Ülküdaşlarının son bir nefesi ile ısınmak için sanki daha bir sokulurlar eski çınardan yapma tabutun ,dibine dibine…
Belki otuz yıl belki daha eski bir zaman öncesinde İstanbul un masmavi gök kubbesi kurşuni gri ile kaplanmış,evler ,caddeler bembeyaz karın işgali altında kalmıştı.. Yaşanan bir matemi saklamak ister gibi zamanın şahadetinden, bembeyaz bir sis perdesi çökmüştü mahzun şehrin ışıldayan tepelerine…

Kış karasının acı soğuğu alev alev yalarken kocamış şehrin soluk duvarlarını ,bir kalabalık yürüyordu usulca sokaklarda ,dillerde tekbir omuzlarında bir tabutla…Sanki karakışın tam ortasında gencecik yüreklerinde kaynar bir yaz mevsimi yaşar gibi gözlerinde kıvılcımlarla ,bir elif olup akıp gidiyorlardı sokaklarda,yokuşlarda …

Belki de içlerindeki acı çok daha derinden yakmıştı onları zemherinin kavruk soğuğundan. Fırtınaya ayaza umarsızca, diz boyu karları aşarlarken onlar, Sıcacık evlerinden onları seyreden insanlar nasılda merak etmişlerdi kim bunlar diye…

Kimdi onlar ve asıl önemlisi kimdi ay yıldızlı bayrağa sarılı tabutta yatan. Artık tipiye dönmüş karın altında tümen tümen orduları, ardından yürüttüğüne göre böyle hürmetle, pek de zengin pek de mühim bir insandı diye düşündü, herkes hayretle…

Oysa o mahşeri kalabalıktaki herkesin birbirini,hatta omuzladıkları o tabutta yatan gencecik ülkücüyü dahi hiç tanımadıklarını,hiç görmediklerini,ama gene de uzak uzak yerlerden Ülküdaşlarını uğurlamaya koşup geldiklerini bilseler şaşkınlıkları bir kat daha artardı….

Pürü pak karlar üzerinde kalmış izler, sanki binlerce akıncı beyinin beyaz doru atlarına binmişte bir toya geçip gitmiş hissi verse de arkalarından öylece bakanlara ... ülkücülerin gencecik yaşta katledilen kardeşlerinin cenazesi vardı omuzlarında,ondan öyle mahzun ondan öyle suskundular…yoksa binlerce ocaktan binlerce kor getirmişlerdi ateşten yürekleri ile,bilseler ki ülküdaşları geri gelecek ,yakıp kül edip bir harabeye çevirmezler miydi bu muhteşem ama hain şehri …Hem de böyle bir intikam vaktinde….

Ama o geri gelmezdi ,o gittiği yerden .Çünkü nede mutluydu nede huzurlu ..cansız bedenini tahta tabutla koyarlarken taştan tahtına..Bir güleç tebessüm vardı nur çehresinde .Demek ki bir şeyler görmüş bir şeyler duymuştu aldığı son nefesinde..Belki de bir rahmani rüyada idi ,o şimdi….
Bir namus yemini gibi duvarda öylece asılı o siyah beyaz fotoğraf işte o cenazeden kalma bir emanettir, ülkücülerin her birine öylesine yalın öylesine suskundur ki şimdi. Sanki bir gerçeği yakalamış bir fotoğraf karesi değil de bir donuk hayalin resmidir artık tüm gerçeklerin üstünde bir yerde…

Artık ismi pek anılmasa da o binlerce ülkücünün katıldığı cenaze de uğurlanan genç ülkücünün adı, sadece bir resim olarak kalsa da zihinlerde… Her kahraman gibi onun ismi de unutulup gitse nankör zamanın dehlizlerinde..belki de kar taneleri ile yazılmıştı o resmin bir yerinde ,okuyabilene…Hem demezler mi ,her kar tanesini bir melek indirmiştir yeryüzüne diye…
Henüz birkaç saat öncesinde lapa lapa yağan kar taneleri öylesine coşmuş öylesine kudurmuştu ki tam o an, bir canhıraş cenk yaşanır olmuştu İstanbul semalarında.Sanki onlarda ülkücülerin öfkesi ne özenmiş kendilerini atmışlardı hışımla herkesin ve her şeyin üstüne fütursuzca..
Oysa o yağan kar hiçte öyle kanatmadı içlerini ülkücülerin, .Acıtmadı yüzlerini yalayan hırçın boranlar..Hatta derler ki bazıları;Fırtına,tipi değil her biri bembeyaz gül yapraklarıydı o gökyüzünden dökülenler ..Cennete daha nasıl uğurlanırdı ki bir şehit zaten…
Usul usul yağan kar taneleri ulaşabildiklerinde bayrağa sarılı tabuta.. İncitmek istemezcesine şehit ülkücünün naaş ını şöyle bir dokunup eriyiverdiler, sonsuz saadetten nasiplenmek adına bir yudum zemzemi. İşte ondan birbirleriyle yarışıp sanki bir cümbüşe çevirmişlerdi o siyah beyaz fotoğraf karesini…
Anılmasa da ismi, duyulmasa da sesi artık otuz yıl sonra genç Ülküdaşın, o gün orada olanlar. Bir Mehmet i taşımıştık omuzlarımızda derler o fotoğrafı soranlara. Sanki yekpare bir beden olmuşlar bir cennet ırmağı gibi akıp gitmişlerdi Mehmetlerin binlercesi İstanbul un kasvetli sokaklarında,..ve işte o yaşlı çınardan yapma tahta tabutu ile uçmağa vardı bir şehit Mehmet, akan ülkü ırmağında…
Yaşı ya yirmi yada yirmi bir di Mehmet in. Anadolu’nun köhne bir köyünden birkaç yıl önce dualarla uğurlamışlardı onu hasta anası ve ırgat babası. Bir kaç ay önce hasta anası da ölmüş çilekeş babasından başka kimsesi de kalmamıştı. Ne hayaller yaşatırdı masum yüreğinde Mehmet, her insan gibi. Üniversiteyi bitirecek vatanına, milletine hizmet edecekti. Babasını da çekip kurtaracaktı sefalet batağından. Belki de yanına alırdı onu eli para tutmaya başladığında. Ömründe hiç denizi görmemiş babası için lebiderya bir ev bile tutardı İstanbul da…
Oysa bir ramazan gününün ikindi vaktinde vurdular Mehmet i,o koca şehrin tenha bir kuytusun da, hem de sayısız kurşunla. İkindi vakti gibi yaşamıştı zaten Mehmet her şeyi. Her nefes bir nasip demiş ve hiçte sevmemişti kısacık ömrün de, fani dünyanın sahte saltanatını. Ne mal mülk nede para pul… ay yıldızlı bayrağına vurgundu bir tek, onu da örtüp üstüne, alıp götürüyordu işte…
Herkes kadar severdi yaşamayı Mehmet, belki de hiç ölmemek istemişti. Öyle ya bir sahte hayattan vazgeçip bir ebedi yaşama dalıvermek herkesin haddine miydi? … Aslında heybetli bedeni değil hayalleri oldu o kahpe pusuda yitip giden. Şehrin dört bir yanında yankılandığında Mehmet in şehit düştüğü haberi, akın akın kopup geldi Ülküdaşları. Vardıklarında Mehmet in başında bir hilal olup sardılar etrafını ve önlerinde yatıyordu, yere düşmüş bir yıldız gibi al kanlar içinde şehit Mehmet leri…
Oruç hali ile iftara az bir vakit kala nereye gidiyordu böyle dalgın böyle düşünceli şehit Mehmet bilinmez artık. “Belki de parası yoktu otobüse bile binecek” ,diyende oldu, “rahmetli anasını düşündükçe, bir gamlı hasretle yanan yüreğini soğutmak istemişti ayaza kesmiş İstanbul un sokaklarında” diyende… Hem de bir ince gömleğiyle… …Çünkü Mehmet in cansız vücudundan soyduklarında kanlı elbiselerini kuruş parası yokmuş cebinde, bir küçük Mushaf ve ana babasının bir yırtık fotoğrafından başka, bir şeyde yokmuş üzerinde..Bir kaçta kitap saçılmıştı orta yere,hepsi de Türklük üzerine…
Halk mahkemesinde alınan bir kararla katlederlerken onu, proleter ya iktidarının hesabını da sordular kurdukları pusu da… O mahkeme i Kübra da verecek ti her şeyin hesabını nasıl olsa,Korkar mıydı hiç kana susamış üç beş zalimin namlusundan çıkan kahpe kurşunlarla…Üşümeyecek ti artık Mehmet ,kızıl ayazlarda,.Uğrunda öldüğü vatanı alacaktı onu sıcacık kara koynuna. Açta kalmamış iftara da yetişivermişti işte .hem de ebedi yurdu cennette…

Gülümsedi mazlum Mehmet, vücuduna saplanan ölümün soğuk hançerine ruhunu teslim ederken. Mekân bitmiş zaman durmuştu artık. Karanlık ışığı boğduğunda hak çığıran bir seste sustu. Mehmet kan kırmızı güller içinde yığılırken yere, kapattı gözlerini usulca bir ikindi gölgesinde. İşitti anasının yumuşacık sesini bir fısıltı gibi…

Ne bir top arabası nede bando marşı , diller de tekbir ,yüreklerde hüzün ..yürüyüp giden milyonlar taşıdı Mehmet i o gün. Sanki mahşer deki her iyi insan inip de dünya ya, yalınayak basmıştı dona kalmış karlara... Bir telaşe ye bir hengameye düşmüştü o an herkes, ya kavuşamazlarsa şehit Mehmet in tabutuna diye. Gökten düşen her bir kar tanesi o tabuta değdiğin de , bir er kişi mi olmuştu orada,ondan mı beyazdılar ,ondan mı görünmediler her göze…Ülkücülerden başkasına nasip olmayan,ülkü denen sır bumuydu yoksa..Kimse bilmez artık ondan otuz yıl sonra….
Ne muhteşem bir kalabalıktı bu böyle ,sayılacak her şeyden fazla ..Garip kimsesiz Mehmet i nerden tanıyordu bu kadar insan ,nerden gelmişlerdi oraya …..kimi ihtiyar,kimi delikanlı Dediklerine göre; uzak uzak yerlerden ,Bazıları Kanije den gelmişti bazıları da Malazgirt ten…
Derken günlerden bir gün bir ihtiyar adam gelmişti ülkücülerin ocağına. Sorduklarında genç ülkücüler kocamış adama nerden gelir nereye gidersin diye. Çok uzak yerlerden geldim bir soluklanayım demiş ve duvarda asılı o siyah beyaz fotoğrafa dalıp gidivermişti. Bilir misin o resmi diye soran ülkücülere de, bilirim bizim Mehmet in cenazesi, işte o demişti.”O gün bende ordaydım çok uzak bir yerden kalkıp da geldiydim. Hem de ta Sarıkamış tan…

Sonra da usulca söyleyivermiş onlara” tanırım Mehmet ‘inizi.bir de kutlu selam gönderdi siz sırdaşlarına,
gizligörev39
gizligörev39
Yönetici
Yönetici

Mesaj Sayısı : 1035
Teşekkür Sayısı : 2
Kayıt tarihi : 02/09/09
Yaş : 30

https://milgenc.forum.st/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz