Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kuran - ı Kerim’in indiriliş nedenleri

Aşağa gitmek

Kuran - ı Kerim’in indiriliş nedenleri Empty Kuran - ı Kerim’in indiriliş nedenleri

Mesaj  GençKurt Cuma Ekim 09, 2009 10:47 pm

Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda; Hz Adem’den Hz Muhammed’e kadar gönderilen ve peygamberlik mücadelesi veren tüm peygamberlerin, muhataplarını tevhide davet ettiklerini görüyoruz. Çünkü tevhid inancı, Kur’an-ı Kerim’in temelini oluşturur. Bu temel esastan hareket ederek, Kur’an-ı Kerim’in asıl indiriliş sebebinin yeryüzünden silinmiş olan tevhid inancını yeniden tesis etmek olduğunu söyleyebiliriz. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de tevhide zıt düşünce ve inançlara karşı insanları sık sık uyararak, onların şirke düşmesini engellemeye çalışmıştır. O’nda insanları şirk tehlikesine karşı uyaran yüzlerce ayet vardır. Özellikle Mekki surelere baktığımızda, bu surelerde asıl anlatılmak istenen şeyin tevhid inancı olduğu rahatlıkla görülür. Mekki surelerde anlatılmakta olan Kur’an kıssaları; farklı zaman dilimlerindeki farklı olaylardan bahsetse de, dikkatlice bakıldığında anlatılmak istenen asıl şeyin tevhid inancının hakim kılınmaya çalışılması olduğu görülecektir.


Tevhid; yeryüzünde Allah’tan başka ibadet edilecek, yardım istenilecek ve boyun eğilecek hiçbir güç olmadığını insanlara bildirmektir. Tevhid; hukukta, iktisatta, içtimai münasebetlerde kısaca insan hayatını ilgilendiren her konuda, ilahi iradenin ifade edildiği nassları esas almak ve dolayısıyla, ona aykırı düşecek davranışlardan kaçınmaktır.


Birçok kimsenin sandığı gibi, tevhid inancı, sadece Allah’a inanmaktan ibaret değildir. Bu gerçekten habersiz olan, yanlış veya yetersiz bilgiye sahip günümüz Müslümanlarının çoğu; Allah’ı sayı olarak birledikleri halde, O’na uluhiyette, rububiyette ve sıfatlarında ortaklar koşmaktadırlar. Bu insanlar, Allah’ı hakkıyla tanımadıklarından, sadece O’na ait olması gereken birtakım vasıfları insanlara vererek Allah’a şirk koşmakta ve tevhid inancından uzaklaşmaktadırlar.


Bir Müslüman şu gerçeği asla aklından çıkarmamalıdır. Bilindiği gibi bazı şeyler başlanmış olan bir ibadeti bozar. İbadeti bozan bu şeylere müfsid denir. Mesela; oruç tutan bir mükellefin bilerek yemek yemesi orucun bozulmasına yol açar. Yine namaz kılan bir mükellefin namazda abdestinin bozulması onun namazının bozulmasına yol açar. İşte aynı bunlar gibi birde iman ettiğini söyleyen kişinin imanını bozan şeyler vardır. Kişi imanı bozan bazı amelleri yapar veya imanı bozan sözleri sarf ederse, onun imanı geçerliğini kaybeder. Bu gerçek günümüz Müslüman’ına anlatılıp izah edilmediği için kişi iman iddiasında bulunduktan sonra yaptığı hiçbir amelin imanını ortadan kaldırmadığını sanmaktadır. Bu bilgiye sahip olmadığından birçok cahil Müslüman basit bir mekruhu yapmamak için büyük bir mücadele verirken, Allah’a şirke kadar götüren amelleri gözünü kırpmadan yapmaktadır. Toplum içerisinde bu meseleler yaygın olarak bilinmediği için, kendisine yaptığı amelin çirkinliği ve sonucu hatırlatılsa bile, bu uyarı onu tevhid inancını ortadan kaldıran şirki yapmasına engel olamıyor. Biz Müslümanlar bu duruma düşmemek için tevhid inancını bozarak insanı şirke kadar götüren bu davranışları bilmek zorundayız. Bunun için büyük bir gayret sarf etmeliyiz. Çünkü; Allah dilerse büyük, küçük her günahı bağışlayacak, ancak şirki asla bağışlamayacaktır. Böyle bir duruma düşmekse; bir Müslüman’ın imtihanı tamamen kaybetmesi ve ebedi azabı hak etmesidir. Şimdi bir Müslüman’ın şirke düşmesine yol açacak olan bazı amellere örnekler verelim.


a) Helal ve Haram kılma yetkisini Allah’tan başkasına vermek: “Demokrasi” adıyla bilinen ve kanun koyma yetkisini halkın seçtiği iddia edilen milletvekillerine veren, yönetim şekli bu gruba girer. Bilindiği gibi demokratik sistemlerde kanunların çıkarıldığı meclisler yasaklama ve serbest kılma yetkisine sahiptirler. Bu meclislerde Allah’ın yasak ettiği birçok haramın işlenmesine müsaade edildiği gibi, Allah’ın emrettiği farzlara bile yasaklar getirilmektedir. Bu gerçeği görmezlikten gelerek demokratik sistemlerin İslama uygunluğunu iddia eden bazı mevki ve makam meraklısı insanların varlığı malumdur. Bize göre, gayri İslami kanunlarla idare edilen bir devletin meclisiyle, İslami yönetimlerdeki “Şura meclisi” birbirleriyle kıyas eden bu insanların yaptıkları kıyas tamamen yanlıştır. Çünkü, İslami yönetimlerin meclislerinde hiçbir zaman Kur’an-ı Kerim’e zıt bir kanun çıkarılamaz. Mesela; İslama göre idare edilen bir mecliste “içki, kumar, zina…vb serbestçe yapılabilir, ancak bundan sonra kadınlarınız ve kızlarınız her istediklerinde başlarını örtemez” diye bir kanun çıkabilir mi? Elbette çıkamaz. Ama bu insanların İslama uygun olduğunu iddia ettikleri demokratik sistemlerin uygulandığı her ülkede bu kanunlara benzer kanunlar meclisler tarafından çıkarılmaktadır. Bu yüzden, Demokratik sistemlerdeki meclisi, Şura meclisine kıyas edenlerin iddiaları tamamen yanlıştır.


Muvahhid bir Müslüman helal ve haram kılma yetkisinin ancak Allah’a ait bir yetki olduğunu bilmeli, bu yetkiyi hiçbir kişi, kurum ve meclise vermemelidir. Çünkü, kişi helal ve haram kılma yetkisinin Allah’ın hakkı olduğuna iman ederse Müslüman, bu yetkinin Allah’ın değil de bazı kişi, kurum veya meclisin olduğunu iddia ederse kafirdir. Bu yüzden bir Müslüman’ın hem demokrat hem de Müslüman olacağını iddia etmek, bir insanın hem Yahudi hem de Müslüman olabileceğini iddia etmek gibi saçma bir iddiadır.


Maalesef günümüzde, Allah’ın varlığını kabul eden insanlar, O’na ait olması gereken helal ve haram kılma yetkisini kişilere, kurumlara ve meclislere verdiklerinden tevhid inancına aykırı hareket etmektedirler. Halbuki bir Müslüman, insanların hüküm koyucu olduğu beşeri rejimleri şiddetle reddetmelidir. Çünkü; beşeri rejimleri reddetmek, imanın bir gereğidir. Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların Tağutu reddetmesi ve Allah’ın yoluna tabi olması istenmiştir. Bütün peygamberler toplumlarına Allah’a imanın önündeki en büyük engel olan Tağut belasını açıklamak ve O’na kulluktan sakındırmak için gönderilmişlerdir. Beşeri rejimlerin hepsi de Allah’ın gönderdiği esaslara değil de, insanların heva ve heveslerinden çıkardıkları esaslara göre idare edilmektedirler. Bu yüzden bu rejimlere tağuti rejimler adı verilir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Bir Müslüman tağuti rejimleri inkar etmeli ve asla o rejimlerin destekçiliğini yapmamalıdır.


b) Nassların tamamına inanmamak: Kur’an-ı Kerim’de “…Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanın cezası dünyada rezil rüsvay olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de (onlar) azabın en şiddetlisine atılacaklardır. Allah sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.” buyurulmuştur. Bu ayet Kur’an’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar edenlerin iman iddiasını reddetmekte ve Müslümanlardan pazarlıksız bir iman istemektedir. Bu ayetin sonucu olarak, Kur’an-ı Kerim’den olduğu sabit bir ayetin inkarı, insanın dinden çıkmasına ve kafir olmasına yol açar. “Laiklik” adıyla bilinen din işleriyle dünya işlerinin ayrılması gerektiğini savunan ideoloji Kur’an-ı Kerim’deki devlet yönetimiyle ilgili ayetleri toptan reddeder. Halbuki Müslüman Allah’ın kitabındaki her ayete iman etmek zorundadır. Bu yüzden Allah’ın Kitabının ayetlerinin bir kısmını geçersiz kabul eden hiçbir beşeri ideolojiyi destekleyemez ve şiddetle reddeder. Laiklikte reddedilmesi gereken bu ideolojilerin başında gelmektedir. İslam dinine göre bir ayeti inkar edenin kafir olacağı kesindir. Aynı şekilde devlet yönetimiyle ilgili ayetleri te’vil bile etmeksizin inkar edenlerde kafirdir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Bu ideolojinin ne olduğunu bilen ve bilmesine rağmen o ideolojiye iman ederek, Onun hakim olması için mücadele veren insanların iman iddiaları asla geçerli değildir.

c) Allah için yapılması gereken ibadeti başkasına yapmak: Kur’an-ı Kerim’de “De ki:” Benim Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir.” “O’nun ortağı yoktur…” buyurulmuştur. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi ibadet ancak Allah’a yapılır. İbadet olarak kabul edilebilecek olan secde yapmak, dua etmek…vb ameller asla Allah’tan başkası için yapılamaz. Bu yüzden, İslam inancında; Allah’tan başkasına kurban kesilmez, Allah’tan başkasına secde edilmez ve Allah’tan başkasından menfaati veya zararı dokunur diyerek yardım istenilmez. (Ölüden veya uzaktaki bir diriden)


Günümüzde, yukarıda belirttiğimiz temel esaslara dikkat etmeyen bazı tarikatlarda bile bile Allah’a şirk koşulmaktadır. Bu tarikatların mensuplarına yaptıklarının yanlış olduğu hatırlatıldığında şiddetle karşı çıkarak, yaptıkları işin Kur’an ve Sünnet’in yorumundan çıkarılan gerçekler(!) olduğunu ispatlamaya çalışmaktadırlar. Halbuki, bu insanların şirke götüren ve tevhidi bozan amelleri yaparken, ellerinde saçma sapan batıni yorumlar ve uydurulmuş hadislerden başka hiçbir dayanakları da yoktur. Dua konusunda gerekli olan tüm detay Kur’an’da açıklanmışken, onlar bu ayetlerden habersiz, “adamın biri “ “evliyanın biri “ benzeri hikayelerle amel etmeye devam etmekte ve Allah’tan değil de, ölmüş kişilerin ruhlarından medet beklemektedirler. Halbuki, tevhid inancının gereği olarak bir Müslüman ihtiyacını sadece Allah’tan istemelidir. İslam dininde, Müslüman’ın tevhid inancına aykırı hareket etmesi ve Allah’la arasına şirke götürecek aracılar koyması yasaklanmıştır. Ancak tarikatların birçoğunda, tevhid inancına tamamen zıt olan bu inanç “İşlerimizde sıkıştığınız zaman kabirdekilerden yardım isteyiniz” uydurma hadisi bahane edilerek yapılmaktadır. Bu davranış Kur’an-ı Kerim’e göre şirkten başka bir şey değildir. Çünkü, Kur’an-ı Kerim’de yardımın sadece Allah’tan istenilebileceği, duanın aciz varlıklara değil de sadece Allah’a yapılacağı ve duanın karşılığını Allah’ın verebileceği net olarak açıklanmıştır. Şimdi insanlar Allah’ın ayetlerine bakıp her şeye gücü yeten ve “Ol” dediğinde her şey olan Allah’tan mı isteyecek, yoksa uydurma hadisler ve sapık tarikatçıların sözlerine bakarak ölmüş ve kendisine bile yardım edemeyecek aciz insanlardan mı? Bir Müslümanın buna cevabı elbette Allah iken, yukarıdaki görüşü savunan sapık tarikatçının cevabı “Aracı bir kişi olmadan nasıl Valinin karşısına çıkıp bir şey isteyemezsen, yine aracı olmadan da Allah’tan yardım isteyemezsin.” Olmaktadır. Tevhid inancına tamamen zıt hareket eden bu insanları Kur’an ayetlerini göstererek uyarmaya kalktığımızda da genellikle başarılı olamıyoruz. Bununda sebebi, onların şeyhin anlattığı hikaye ve kerametlerden başka delillere(!) duyarsız kalmalarıdır. Ancak şunu da hemen belirtelim ki, Allah’ın ayetleri karşısında duyarsız olan bu insanlar ölmüş evliyalara(!) yapılan eleştirilere şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Bu insanlar tevhidi bozan bu amelleri yaparken, bu ameller karşısında birçok hocaefendi sessiz kalmakta ve zaman içerisinde bu bozuk inancın insanlar tarafından benimsenmesine adeta dolaylı destek olmaktadırlar. Bize göre, bu tür şirkler sahibini İslam dininden çıkaran büyük şirklerdir. Bu yüzden bu tür şirke bulaşmış olan insanları Kur’an ayetleriyle uyarmaya devam etmeliyiz. Evliya hikayeleriyle uyutulan ve avutulan cahil müritlerin Kur’an ayetleriyle tanışmasını sağlamak bizim görevimizdir. Eğer biz, insanlardan korkarak bu gerçekleri açıklamazsak, onlar, Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere rağmen duada, sevgide, İlimde ve tasarrufta Allah’a ortak koşmaya devam edeceklerdir.


2. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve sıratı müstakime ulaştırmak için indirilmiştir.


Kur’an-ı Kerim; kendisine tabi olanları küfrün karanlığından, imanın nuruna kavuşturacak ilahi bir rehberdir. Bu rehber, nazil olduğu ilk günden kıyamete kadar ortaya çıkmış ve çıkacak olan Müslümanların problemlerini çözebilecek bir rehberdir.

Bilindiği gibi insanoğlunun önünde, imtihan için çizilmiş bulunan çeşitli yollar vardır. İnsanların imtihan için çizilmiş olan yolların içerisinde sapık yollara sapmaması ve doğru yolu bulması için çeşitli rehberlere ihtiyaç vardır. İnsanoğlunun ihtiyacı olan bu rehberler olmalı ki, sıratı müstakimden sapılmasın ve imtihan kaybedilmesin. Bu rehberlerin başında peygamberler ve onlara gönderilen ilahi kitaplar gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de; Allah’ın insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması için gönderdiği ilahi kitaplardan ve elçi insanlardan bahsedilmektedir. Bahsedilen bu elçi insanlardan bir tanesi de bizim peygamberimiz olan Hz Muhammed’dir. Yüce Allah, son peygamber olduğu için, Hz Muhammed’e diğer ilahi kitaplardan muhtevası daha geniş bir ilahi rehber göndermiştir. Çünkü, O’ndan sonra kıyamete kadar başka bir peygamber gönderilmeyecektir. Bu yüzden peygamberlik zincirinin son halkası olan Peygamber’imize gelen rehber kitap, kıyamete kadar yaşayacak olan insanların her türlü problemlerine cevap verecek kadar kapsamlıdır.Bu rehber kitap; Hz Peygamber döneminin insanlarını, günümüz insanlarını ve kıyamete kadar gelecek bütün insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan yegane rehberdir. Bu kitap, onların kıyamete kadar ortaya çıkabilecek olan her türlü problemini çözebilecek yeterliliktedir. Bu gerçeği kabul etmeyip de O’nun Ortaçağda yaşayan insanlara hitap ettiğini ve günümüzde geçerliliğini yitirdiğini iddia eden kişilerin karanlıklardan ve sapıklıktan kurtulmaları mümkün değildir.


Bu rehbere tabi olan insanlar; dünya ve ahirette mutlu yaşarken, diğerleri dünyada kısmen mutlu yaşasalar da ahirette mutsuz olacaklardır. Allah’ın gönderdiği rehbere tabi olmayıp ta, O’nun dışında rehber arayanlar; sonuçta, karanlıklara ve çıkmaz yollara saplanmaktan kurtulamazlar. Ancak Yüce Allah’ın göndermiş olduğu Kur’an-ı Kerim’e uyanlar, “en doğru” ve “en iyi” rehbere tabi olduklarından karanlıklardan aydınlığa çıkarlar. “En doğru” ve “en iyi” ye ulaştıran Kur’an-ı Kerim’i bırakan günümüz Müslümanlarının bir çoğunun kendilerine rehber aldığı çeşitli kitaplar var ki; bu kitaplar onları “en doğru” ve “en iyi” ye ulaştırmamış, tam tersine onların karanlıklar içinde sapıtıp kalmalarına yol açmışlardır. Günümüz İslam dünyasındaki bir çok hizbin kendilerini karanlıklardan çıkaracağını iddia ettikleri değişik kitapları mevcuttur. Bize göre, bu kitapları yazanların birçoğu, bu kitapları Kur’an’ın daha iyi anlaşılmasını sağlamak için yazmıştır. Ne yazık ki, zamanın geçtikçe yazılan bu kitaplar hidayetin asıl kaynağı Kur’an’a perde olmuşlardır. Bu tür kitaplarla “en doğru” ve “en iyi” ye kavuşmayı hayal eden ve Allah’ın kitabını gereği gibi okumak şöyle dursun, O’nu terkedilmiş bırakanların karanlıklardan kurtulup aydınlığa çıkmaları mümkün değildir. Bu insanların sapık yollardan kurtulmaları ve sıratı müstakime erişmeleri için Allah’ın kitabına kayıtsız ve şartsız teslim olmaktan başka hiçbir çıkar yolları yoktur.


3. Yol gösterici bir rehber ve kılavuz olması için indirilmiştir.


Kur’an-ı Kerim; yol gösterici bir hidayet rehberidir. O, genel anlamda tüm insanlara, özel anlamdaysa Müslümanlara, Mü’minlere, Müttakilere ve Muhsinlere yol gösteren ilahi bir rehberdir. Bu rehber kendisine tabi olanlara imanın gerektirdiği sorumlulukları açıklayan ilahi bir rehberdir.


Bu kitabın rehberliği tüm zaman ve mekanlar için geçerlidir. Bu gerçeği hakkıyla idrak edememiş bazı hizipler üstatlarının yazdığı kitapları, Allah tarafından ilhamla üstatlarına yazdırıldığı(!) gerekçesiyle “Kur’an’ın bu asra bakan yüzü” kabul etmiş ve bu kitapların ilahi rehber olduklarını sanmışlardır. Bu hizbe mensup olan bir çok Müslüman ilahi rehber olduğunu iddia ettikleri üstatlarının kitaplarına sımsıkı sarılırken, Allah’ın gönderdiği asıl rehber olan Kur’an-ı Kerim’i arkalarına atmışlardır. Halbuki Hz Peygamberden kıyamete kadarki zaman diliminde yaşayan tüm insanları hidayete götürecek yegane rehber Kur’an-ı Kerim’dir. Hz Muhammed’den sonra peygamber ve ilahi bir kitap gelmeyeceğine göre O’nun emir ve yasakları kıyamete kadar geçerliliğini sürdürecektir. Bu yüzden Allah’tan geldiğinde hiçbir şüphe olmayan ilahi bir rehberi bırakıp ta, Allah’tan ilhamla geldiğini(!) iddia ettikleri beşeri rehberlere tabi olmak akıllı bir Müslüman’ın yapacağı bir iş değildir.


Hz Peygamber döneminden sonra insanlar çeşitli hiziplere ayrılmış ve her hizip kendisinin haklılığını ortaya koyan çeşitli kitaplar yazmışlardır. Daha sonra zaman içerisinde bu kitapların bazıları insanlar tarafından rehber kitaplar haline getirilmiştir. Zamanla bu kitaplar, Kur’an’ın yerini almış ve halkın başucu kitabı haline getirilmiştir. Kur’an-ı Kerim ise dirilere yol gösterici bir kılavuz olmaktan çıkarılmış ve ölülerin arkasından anlaşılmadan okunan bir kitap konumuna düşürülmüştür. Yüzlerce yıldan beri bu yanlışlık sürüp gitmektedir. Müslümanların büyük bir çoğunluğu, indiriliş gayesini idrak edemedikleri ilahi rehberlerini bırakıp, beşeri rehberlerin arkasına düşmüş ve hidayetten sapmışlardır. Bu sapıklıktan kurtulmanın tek yolu da Allah’ın hidayet rehberi olarak gönderdiği ilahi kitabın kılavuzluğuna –kayıtsız ve şartsız- razı olmaktır.


4. Kur’an-ı Kerim kendisine tabi olunması ve yaşanması için indirilmiştir:


Kur’an-ı Kerim okunup anlaşılsın ve uygulansın diye indirilmiş bir amel kitabıdır. Bu sebeple, O’nu okumak yeterli değildir. O’nu, emir ve yasaklarına riayet ederek, hükümlerini yaşantımıza geçirmek için okumalıyız. Hz Peygamber dönemi ve Hülefa-i Raşidin döneminin başları O’nun hükümlerinin yaşantıya geçirildiği ve O’nun hükümlerine kayıtsız ve şartsız teslim olunduğu yegane dönemdir. O dönemin insanları; Kur’an’ın hükümlerini uygulamak için okur ve öğrenirlerdi. Sonraki gelen nesiller ise, O’nu anlaşılmadan okunan ve hayata müdahale edemeyen bir kitap konumuna düşürdüler. Günümüzde de tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan ve O’nun indiriliş gayesine tamamen zıt olan yanlış yaklaşım devam etmektedir. Seyyid Kutup, ilk dönem Müslümanlarının yaşamak ve tatbik etmek için Kur’an’a yaklaşımlarını çok güzel bir şekilde anlatmıştır. O ”ilk nesillerin dinamizmi ve bereketi, Kur’an-ı Kerim’i uygulamak amacıyla okumalarından kaynaklanıyordu. Onlar Kur’an’a kültürlerini geliştirme, bilgi edinme, haz duyup tatmin olma gibi maksatlarla yanaşmazlardı. Onlar Kur’an’ı Allah’ın emirlerini öğrenmek üzere okurlar ve her türlü emri de savaş alanında aldığı günlük emri hemen uygulayan bir ordu gibi duyar duymaz yerine getirirdi. İşte bu, uygulamak üzere öğrenme şuurudur.” diyerek güzel bir tespit yapmıştır. İşte bizde O’nu bu şuur içerisinde okumalı ve O’ndan gerekli faydayı sağlamalıyız.


Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de “Rabbinizden size indirilene uyun ve O’ndan başka velilere uymayın….” diyerek biz Müslümanların Kur’an’a tabi olmamızı ve O’ndan başkasına tabi olmamamızı belirtmiştir. Yukarıda da açıkladığımız gibi ilk devirlerde yaşayan ve O’na tabi olan Müslümanlar; O’nu anlamış ve yaşantılarına tatbik etmişlerken sonraki gelenler O’nu bırakıp başka rehberlere tabi olmuş ve yaşantılarını o rehberlere göre düzenlemişlerdir. Sonraki gelenler, Kur’an’a Allah’ın isteğine uygun ve uygulamaya dönük yaklaşmadığı için, O’nun ayetlerinden yeterince faydalanamamışlardır. Halbuki; sade ve önyargısız bir şekilde O’na yönelen, Allah’ın emir ve yasaklarını öğrenmek için azami gayret sarf eden herkes O’nun mesajını kendi seviyesine göre anlayabilecektir. Köylü-Şehirli, İşçi-İşveren, Amir-Memur, Yaşlı-Genç, Kadın-Erkek her Müslüman bu kitabı indiriliş gayesini dikkate alarak yaklaşırsa O’nun mesajını seviyesine göre anlayacaktır. Ancak O’nun indiriliş gayesine uygun olmayacak bir tarzda O’na yaklaşanlar, O’nu tam manasıyla anlayamayacaktır. Kur’an-ı

Kerim’i okudukları halde, O’ndan fayda sağlayamayanlara aşağıdakileri örnek verebiliriz.


• O’nun manasını dikkate almayıp, anlamadan sadece sevap almak için okuyan,

• O’nun hükümlerine göre amel etmeyi düşünmeyip, sırf bilgi sahibi olmak için okuyan,

• O’nu Allah’tan alacağı mükafat için değil de, insanlardan alacağı maddi menfaati gözeterek okuyan, yani dini geçim vasıtası haline getirenlerin okuması,

• O’nu kendisine rehber aldığı için değil de, kendi şahsi önyargılarına gerekçeler bulmak için okuyan,

• O’nun ölçülerine dayalı İslami bir bakış açısına sahip olamayan ve mezhep taklidini mezhep taassubuna dönüştüren ve mezheplerini din edinen mezhepçilerin okuması,

• O’na tabi olan Selefi-Sünni-Şii…vb her gruba mensup olan Müslümanların Ümmet olduklarını idrak edemeyen, İnanılması gerekli olan iman esaslarını inkar etmeyen her Müslüman’ı kardeş bilmesi gerekirken, kendi hizbine bağlı olanları dost, olmayanlarıysa düşman kabul eden hizipçilerin okuması,

• O’nun emirleri doğrultusunda hareket etmeyen ve O’nun emir ve yasaklarını hiçe sayan zihniyeti koruyup yüceltmek ve o zihniyetin yaptıklarını halka meşru göstermek için Kur’an’dan ayet arayanların okuması

• O’na Allah’tan gelen ilahi bir kitap diye yaklaşmayan ve O’na önyargılı ve düşmanca yaklaşıp, O’nda çelişki arayan Müşteşriklerin ve onların yerli müsveddelerin okuması,

• O’nu indiriliş gayesine uygun bir şekilde okumayı düşünmeyen ve O’nun emir ve yasaklarının hayata hakim olmaması için var güçleriyle mücadele eden her tondan İslam düşmanı grupların okuması,


Yukarıda da açıklandığı gibi anlamadan sırf sevap almak için okuyanların ( avamın geneli ), iyi niyetle ve önyargıyla O’na yaklaşanların (mezhep ve hizip taassupçuları), kötü niyetle ve düşmanlıkla Allah’ın dininde eksik arayanların (oryantalistler ve oryantalist zihniyetli müsveddeleri), dinini geçim vasıtası haline getiren ve sırf bilgi edinmek için O’na yaklaşanların (Resmi ve gayri resmi bazı din görevlileri) Kur’an-ı Kerim’i; indiriliş amacına uygun olacak şekilde anlaması mümkün değildir.


Ancak kendisinin Allah’ın kitabını anlamakla yükümlü olduğunu kabul eden ve anlamak uğrunda gayretli ve fedakar mü’minlerin, önyargılarından sıyrılıp Kur’an’a tabi olduğu takdirde O’nu anlamaması için hiçbir sebep yoktur. Allah’ın mesajını kendisine yetecek kadar mutlaka anlayacaktır. Allah’tan gelen mesajı anlamak ve uygulamak için gösterdiği gayret ve çaba nispetinde anlaması da artacaktır. Bu niyetle ve gayretle yola çıkanlar (eğer yolda hizip ve meşreplerin şeytani telkinlerine kanarak yollarından sapmazlarsa) başarıya ulaşacaktır. Yüce Allah “Ama biz(im uğrumuz) da cihad edenleri biz elbette yollarımıza iletiriz… “ buyurmuştur. Ayrıca Kur’an’da çeşitli saptırıcılara karşıda insanları uyarmıştır. Bu saptırıcılar Allah’ın yolundan, Peygamber’in ve mü’minlerin yolundan insanları saptırırlar. Ancak Kur’an-ı Kerim’e (Allah’ın hidayetine) uyan ve Allah’ın yol gösterdiği kimseleri bu saptırıcılar saptıramaz.


Bizde yukarıdaki saptırıcıların tuzaklarına düşmemek ve sıratı müstakimden sapmamak için Allah’ın “En doğruya iletir” diye belirttiği ilahi rehbere tabi olmalı ve hayatımızı O kitabın hükümlerine göre düzenlemeliyiz.


5. Kur’an-ı Kerim Allah adına sorumluluk yüklemek için indirilmiştir.


İnsanlara Allah adına yüklenebilecek sorumluluklar, ancak Allah’ın verdiği sorumluluklar olmalıdır. Çünkü Allah’a karşı sorumlu olacağımız ve hesaba çekileceğimiz yegane kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an, Allah adına ve Allah rızası için neleri yükleneceğimizi ve çevremizdeki insanlara neleri yükleyeceğimizi bize bildirmektedir. Ancak insanlar bununla yetinmemiş, Kur’an’dan başka, kendilerine sorumluluk yükleyen kitaplardan ve şahıslardan ne bulduysa onları da yapmaları gerektiğine inanmışlardır. Bu yanlışın bir an önce düzeltilmesi şarttır. Bize din adına yükleneceğimiz sorumlulukları Allah’ın kitabı ve Allah’ın kitabını te’yid edip açıklayan Peygamberin Kur’an merkezli sünneti göstermektedir.


Günümüzde Allah rızası için ne yapmam gerekir? Sorusunu soran bir Müslüman, değişik hiziplerden değişik cevaplar alabilmektedir. Hatta ve hatta Allah’ın yasakladığı birçok davranış insanlara Allah adına ve Allah rızası(!) için yüklenebilmektedir. Allah rızası için bir grup Müslüman’a emredilen, diğer bir grup Müslüman’a yine Allah rızası adına yasaklanmaktadır. Kendilerine tabi olan Müslümanları Allah’ın dinine değil de, kendi hiziplerine çağıran her fırkada aynı çelişkiler ve karışıklıklar bulunmaktadır.


Bu karışıklıkların ortaya çıkmasının sorumluları; İnsanları Allah’ın kitabı olan Kur’an-ı Kerim’e değil de, insanların yazdığı ciltlere sığmayan hurafe bilgileri taşıyan kitaplara yönlendiren bazı hocaefendilerdir.(!) Çünkü bunlar Allah’ın yüklediği sorumluluklardan çok çok daha fazlasını insanların üzerlerine yüklemiş ve “işte bu Allah katındandır” diyerek kendilerinin veya mukallidi oldukları seleflerinin “şahsi kanaatlerini” “din” adına insanlara empoze etmişlerdir. Aldatılan insanların ayıkması ancak Kur’an-ı Kerim’i okuyup, anlayıp Allah’ın kendilerine yüklediği asli görevlerini bilmesiyle, anlamasıyla ve yaşamasıyla olur. Aksi takdirde din adına dinin reddettiği yüzlerce davranış meşrulaştırılır. Yine insanlar din adına aslı astarı olmayan yüzlerce, binlerce yasağa uymak zorunda kalınır.


Günümüzde şeyh denilen bazı saptırıcıların yüklediği sorumlulukları yerine getirmeye çalışarak sabahtan akşama kadar anlamını bilmediği halde, kelime-i tevhidi tespihiyle çeken zavallıların varlığı malumdur. Bu insanlar sahih-uydurma karışımı bilgilerden oluşan sorumlulukların altında ezilip durmaktadır. Yüce Allah; yarattığı ve ne kadar yük taşıyacağını bildiği insana, gücünün üzerinde olan bir yük yüklememiştir. O’nda Allah’ın razı olacağı bir insanın yapması gereken sorumluluklar açıklanmıştır. Peygamber’imizin sünnetinde de Kur’an-ı Kerim’deki bazı ayetleri açıklayan temel ilkeler vardır. Bir Müslüman için bunlar yetmiyor diyerek yeni yeni ibadet şekilleri ihdas ederek, insanları bunlarla sorumlu tutmak, bu insanlara yapılan maddi ve manevi büyük bir zulümdür. İnsanların iyi niyetlerini suiistimal ederek onlara bu zulmü yapanlar, hesap gününde bu yaptıklarına pişman olacaklardır.


Sonuç olarak; biz Müslümanlar; muhataplarımıza yeni bir sorumluluk yüklemeden, Kur’an’ın ve Kur’an kaynaklı Sünnet’in yüklediği sorumlulukları anlatıp hatırlatılmalıyız.


6. Kur’an-ı Kerim ibadetlerin ne olup olmadığını belirlemek için indirilmiştir.


İbadet: Allah’ın emirlerini, emrettiği şekilde yerine getirmektir. Yüce Allah biz insanları kendisine ibadet etmemiz için yaratmış, İbadeti kendisine has kılmamızı ibadetin önündeki Tağut engeline karşı dikkatli olmamızı Tağuta değil de, kendisine ibadet/itaat etmemizi Tağutun dostu olan kafirlerle mücadele etmemizi emretmiştir.


Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine baktığımızda ibadet konusunun temel esasını yukarıdaki ayetlerin oluşturduğu görülür. Ancak günümüz Müslümanları bu ayetlerden habersiz olarak adetleri ibadet, ibadetleri adet gibi yapmakta ve Allah’a ibadetini hakkıyla yapamamaktadır. Şimdi bu yanlış anlayışların nasıl ortaya çıktığı hakkında kısaca bilgi verelim. Bilindiği gibi; Müslümanlar yüzyıllardır, zalim sulta sahiplerinin yönetiminde dinlerinin emirlerini yaşamaya gayret etmektedirler. Zalim sulta sahipleri de, Müslümanların dinlerinin bazı emirlerini yapmalarından rahatsızlık duymakta, bunun kendi sultasını yıkacak bir tehdit olarak görmektedir. Onlar bu tehlikeyi kontrol altında tutabilmek için dinin emirlerini kendi isteği doğrultusunda yorumlayan bir ulema sınıfını kendi yanlarında beslerler. Bu ulema sınıfının görevi ise, Sultanın sultasını yıkmaya yönelik dini çalışmaları engellemektir. İşte saray uleması diyebileceğimiz bu sınıf birçok Kur’ani kavramın anlamını saptırdığı gibi İbadet kavramının da anlamını saptırmıştır. Gelenekçi alimlerde fıkıh merkezli İslam anlayışını, Kur’an merkezli İslam anlayışına tercih ettiklerinden bu yanlış anlayışın oluşumda etkili olmuşlardır. Kur’an merkezli İslam anlayışında; hayatını Allah’ın koyduğu esaslara göre düzenleyen bir Mü’minin her şeyi ibadet iken, fıkıh merkezli İslam anlayışında ibadet sadece Namaz, Oruç, Hacc, Zekat, Kurban…vb amellerle sınırlandırılmıştır. Zaman içerisinde bu sınırlı ameller bile Allah’ın emri olduğundan değil, adet (!) olduğundan yapılır hale gelmiştir. İbadeti adet haline dönüştüren ve Allah’ın yapın veya yapmayın dediği için değil de, halk bize ne der endişesi taşıdıklarından Kurban kesen, Hacca giden insanların toplum içinde varlığı malumdur. Bu örnekler bize, yüzyıllardan beri ortaya çıkan ve Kur’ani manasından saptırılan ibadet anlayışının günümüzde de aynen devam ettiğini göstermektedir. Toplum içerisinde ibadetleri adete dönüştürenler olduğu gibi, birde adeti ibadete dönüştürenler vardır. Bu insanlar Allah’ın kitabında ve O’nu te’yid edip açıklayan sünnette olmayan, ancak zaman içerisinde sevap getirir ümidiyle yapılan adetleri ibadete dönüştürmüşlerdir. Mesela halk arasında “mevlit” olarak bilinen töreni araştırdığımızda, onun zamanla ibadete dönüştürüldüğü açıkça görülür. Allah’a karşı yapması zorunlu olan davranışları yerine getirmediği halde, sevap kazanmak için mevlit okutanların hepside bu töreni ibadet (!) olarak yapmaktadırlar. Ortaya çıkan bu yeni tip ibadetlere(!) şiddetle karşı çıkması gereken bazı alimlerimiz ise uydurulan bu adetlere tepki göstermeyerek ve “Bırakın yapsınlar ne zararı var” diye durumu idare yoluna giderek toplum içerisinde yeni ibadetlerin(!) daha doğrusu bidatlerin oluşmasına ve bu bidatlerin toplumda yayılmasına vesile olmuşlardır.


İslami eğitimden yoksun olan halk, Kur’an eksenli bir ibadet anlayışına sahip olmadığından bu tür hatalara düşmektedir. Halkın anladığı bu yanlış ibadet anlayışının ortadan kaldırılması için, olaylara Kur’an merkezli bakan alimlerin çok büyük bir gayret sarf etmeleri gerekmektedir. Bu alimler Kur’an merkezli İslam anlayışını halkın anlayabileceği bir şekilde onlara aktarabilmelidir. Yine bu alimler Kur’an’ın anahtar ve saptırılan kavramlarını halka açıklamalıdırlar. İşte o zaman, Kur’an’ın anahtar kavramlarından birisi olan ibadetin; ne olduğu, niçin yapıldığı, nasıl yapılması gerektiği halka anlatılmış olacak ve halk ibadeti ibadet gibi yaparken, örf ve adetleri ibadete dönüştürme hatasına düşmeyecektir.


Sonuç olarak; Allah’a nasıl ibadet yapacağımızı Kur’an-ı Kerim bize bildirmektedir. Biz Müslümanlar; saptırıcıların ihdas ettikleri yeni ibadet şekillerini değil, sadece Kur’an’daki ibadetleri yapmalıyız. Bu ibadetleri kendileri için yeterli görmeyip de yeni yeni ibadetler ihdas edenlerle ve onların çıkardıkları bidatlerle mücadele etmeliyiz. Bu mücadele hem cahillerle, hem de cahillikten kurtulduğunu zanneden ve herkese ayrı konuşarak çevresindekileri idare etmeyi meziyet sanan alimlerle yapılacaktır.


7. Kur’an-ı Kerim gönderildikten sonra insanların mazeret gösteremeyeceğini belirtmek için indirilmiştir.


Allah tarafından gönderilen, diğer ilahi kitaplar gibi, Kur’an-ı Kerim’de; Allah tarafından bizim Peygamber’imiz Hz Muhammed’e gönderilen ilahi bir kitaptır. Bu kitapta insanlara hak ile batıl yol anlatılmış, insanoğlunu Cennete götürecek ve Cehenneme sürüklenmekten kurtaracak bilgiler belirtilmiştir. Bu kitapta akıl sahibi her insanın anlayabileceği ve anlamakla cennete gidebileceği asgari bilgi vardır. Ama bunun yanında ilim ehlinin çalışmakla elde edebileceği veya zamanla insanların mahiyetini kavrayacağı bilgilerde vardır.

Yüce Allah herkese kitabın emirlerine uyup-uymadığını soracaktır. Ancak O insana gücünün üzerinde bir yük yüklemediğine göre Allah’ın insanlara soracakları Kur’an’daki her insanın okumakla öğreneceği asıl mesajdır. Her Müslüman’ın bu mesajı bilmesi şarttır. Bu mesaj Müslüman bir mükellefin bilmesi gereken asgari bilgidir. Bunun dışındaki bilgiler ise insanlara seviyelerine göre sorulacaktır. Bu yüzden, özellikle avam halk başta olmak üzere hiçbir mükellefin, Allah’ın gönderdiği kitaba rağmen –bize anlatan olmadı-diye yapacakları mazeretleri geçerli olmayacaktır. Çünkü; Kur’an hak ile batılı açıkça ortaya koymuş ve doğruluk ve sapıklık herkes tarafından görülmüştür. İnsanlarda hür iradeleriyle dilerse iman etmiş, dilerse de inkar etmiştir.Yüce Allah ayetleri tekrar tekrar açıklamıştır ki hür iradesiyle sapıklığı seçen şahsın-bize anlatan olmadı- diye hiçbir mazereti kalmasın. Bizimde hesap gününde haberimiz yoktu, bize peygamber gelmedi, rehber kitap gelmedi diye bir mazeret ileri sürmemiz mümkün değildir. Onun için çeşitli mazeretler ileri sürüp sızlanmak yerine Allah’ın gönderdiği ilahi rehbere sarılarak hesap gününe hazırlanmaya çalışmalıyız.


Günümüzde birçok Müslüman yaptıkları yanlışlıklar kendilerine hatırlatıldığında, muhatap değilmiş gibi binlerce yıl önceki alimlerin içtihatlarının kendilerini bağladığını bunun üzerine kimselerin görüş beyan etmesinin hemen hemen mümkün olmadığını iddia ederler. Bu kardeşlerimize Ahiret gününde “biz liderlerimize uyduk” mazeretinin geçerli olmayacağını hatırlatıyor ve Allah’ın kitabını anlamak için azami gayret sarf edin diyoruz.


8. Kur’an-ı Kerim, öğüt alınıp, üzerinde düşünülmesi için indirilmiştir.


Kur’an-ı Kerim; genel anlamda akıl sahibi olan tüm insanlar için bir öğüt ve uyarıdır. Özel anlamda ise O’ Mü’minler için öğüt ve uyarıdır. O’nda akıl sahibi insanlar için, bütün alemler için, Müttaki mü’minler için ve diri olanlar için öğüt ve uyarılar bulunmaktadır.

Dikkat edilirse Kur’an-ı Kerim’in öğüt alınıp üzerinde düşünülmesi O’nun ayetlerinin ancak anlaşılmasıyla mümkün olabilir. Anlamadan okunan bir Kur’an metninin ne ölüye ne de diriye faydası olacaktır. Anlayarak okunan Kur’an’ın ise ölüye faydası olmasa da diriye öğüt alıp uyarıldığı için faydası olacaktır. Yine bir metnin üzerinde düşünülebilmesi için O’nun anlaşılması temel şarttır. Bu yüzden her Müslüman bu uyarı ve öğütten faydalanabilmesi için kendi dilinde yazılmış olan bir Kur’an mealini mutlaka okumalı ve anlamaya çalışmalıdır. Bu ayetleri okurken bazı ayetlerin üzerlerinde uzun uzun düşünmeli, bazı ayetlerin kendisine hitap ettiğini hissederek okumalı ve ayetlerdeki önemli mesajları anlamaya çalışmalıdır. Yine düşünüp öğüt almayı engellediği için ayetlerin gereksiz ve uzun tefsirlerine dalınmamalıdır.

Günümüz İslam dünyasında Kur’an en çok okunan, ancak öğüt ve uyarılarına en az dikkat edilen bir kitaptır. Bunun içindir ki, O, dirileri uyarmak için gönderilmiş bir kitapken O’nun ayetleri öğüt ve uyarıyı işitemeyen ölülere okunmaktadır.


9. Cennetle müjdelemek, cehennemle korkutmak için indirilmiştir.


Allah insana akıl vermiş, eşyayı öğretmiş, buda yetmemiş peygamberler ve kitaplar göndermiştir. O; son peygamber olan Hz Muhammed’in ümmetine de yol gösterici bir rehber olarak Kur’an-ı Kerim’i indirmiştir.


Kur’an-ı Kerim; bir yandan ikaz, uyarı ve tehditlerle insanların silkinip kendilerine gelmelerini ve ibret alıp sorumluluklarının bilincine ermelerini sağlarken, öbür yandan da umut ve müjde verici ayetlerle onları iyiliğe teşvik eder. Kur’an-ı Kerim; hakikatleri insanlara bildirdikten sonra, kafirleri azapla ve cehennemle tehdit eder, Mü’minleri ve salih davranışlarda bulunanları mükafatla ve cennetle müjdeler. .

Yüce Allah İslam davetçilerinin muhataplarını işte bu tehdit ayetleriyle uyarıp korkutmalarını ister. Çünkü Kur’an, diri olanları, gaflete dalanları korkutmak için gönderilmiştir. Kur’an-ı Kerim, insanları; şiddetli azaba, kendisinde asla şüphe olmayan toplanma gününe, çağrışıp bağrışma gününün, kuşatıcı bir günün azabına yüreklerin ve gözlerin ters döneceği bir günün azabına ve en kötü günün hesabına karşı ciddi biçimde uyarıp korkutarak, daldıkları gaflet uykusundan uyandırmaya çalışır.


Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında hesap günü ve hesap günündeki Cehennem azabı ile insanlar korkutulup uyarılırken, günümüz Müslümanlarının birçoklarının korkuları bunlar olmaktan çıkmış ve bunların yerini yeni korkular almıştır. Özellikle hizipçiler hizip liderleri tarafından çeşitli korkularla karşı karşıya bırakılmışlardır. Hizip liderleri kendi hizbine mensup olan insanları uyararak korkutmayı değil, uyutarak korkutmayı tercih etmişlerdir. Hizbin içindeki insanların birçoğunda bu korku (haşa) Allah korkusunun üzerine çıkmakta ancak hizipçi olayın vahametini idrak edememektedir.


Şimdi değişik hiziplerin korkutulmalarına örnekler verelim.


Bazı hiziplerde Cehennem korkusu yerini, şeyhin sillesini yeme korkusuna bırakmıştır. Kendisine ilhamla kitap yazdırıldığını iddia eden bazı hocaefendilerin kitaplarında insanları “Şefkat tokatı atarız” veya “şefkatsiz tokat atarız” gibi tehditlerle manen sindirme yoluna gittiğini üzülerek görüyoruz. İşte bu örnek yukarıda anlattığımız uyutup korkutmaya en güzel örneklerden biridir.


Bazı hiziplerde Cehennem korkusu yerini, tağutun sillesini yeme korkusuna bırakmıştır. Bu korku birçok resmi din görevlisinin dillerini eğip-bükmelerine sebep olmuştur. Bunların örneklerini zaman zaman medyada görmek mümkün olmaktadır. Bunlar halkın İslam anlayışını temelden düzeltmeyi bırakıp, önemsiz fıkhi ayrıntıları tartışıp durmaktadır.


Bazı hiziplerde Cehennem korkusu yerini, seçmenin sillesini yeme korkusuna bırakmıştır. Dünya Müslümanları farklı coğrafyalarda ikamet etmekte olduklarından bunların genelde benzerde olsa, özelde bazı farklı sorunları vardır. Özellikle bizim coğrafyamızda, particilik düzelmesi mümkün olmayan kronik bir hastalığa benzemektedir. Particilik yüzünden birçok Müslüman Allah’a nasıl hesap verebilirim? Sorusunu bırakmış ve İktidarı nasıl ele geçirebiliriz? Sorusuna cevap aramaktadır. Yetersiz İslami eğitime maruz kalmış iyi niyetli seçmenler oldukça bu insanlar Müslümanları aldatmaya devam edeceklerdir.


Bazı hiziplerde Cehennem korkusu yerini, cemaatını ve itibarını kaybetme korkusuna bırakmıştır. Allah’ın dininin emir ve yasaklarını kendi toplumlarına apaçık anlatmakla yükümlü olan ve kendilerini takipçileri olan insanlara peygamber varisi olarak vasıflandıran birçok hocaefendi bu korkuyu yaşamaktadır. Bu hocaefendiler cemaatini kaybetmemek, itibarını kaybetmemek vb… menfaatlarını kaybetmemek için gerçekleri açıklamaktan çekinirler. Eleştirilmekten ve özeleştiriden rahatsız olan bu tipler hep kendileri dışındakileri suçlayarak cemaatlerini ve varlıklarını sürdürebilirler. Bu tipler, gelenekçi anlayışa getirilen olumlu tenkitleri bile dine karşı bir cürüm gibi gösterme gayreti içerisine girer ve eleştiri yapanları müşteşriklerden etkilenme…vb şekilde suçlarlar. Allah’ın yasak ettiği yalan, iftira….vb haramları maslahat icabı mübahlaştıran(!) bu zihniyetin iftiralarında ölçü yoktur. Bunlar cemaatın maslahatı için muarızlarına her türlü iftirayı atar ve bununda Cihad olduğunu zannederler. Ancak aynı tipler; dinin sabiteleri ile değişkenlerini birbirine karıştıranları, Allah’tan kendisine kitap gönderildiğini iddia edenleri, gaybı bildiğini iddia edenleri, Kur’an ayetlerini istismar edenleri görmezlikten gelip hiç eleştirmezler. Bununda sebebi çevresindeki hatırlı dostlarını kaybetme korkusudur. Bu tip hocaefendilerin birçoğuna Kur’an ayetlerine tamamen zıt olan toplumun çoğunluğunun bazı uygulamalarının doğru olup olmadığını sorduğunuzda kıvranıp durduklarını ve bir ara formül bulmaya çalıştıklarını rahatlıkla görürsünüz. İşte bu kıvranmanın sebebi itibarını kaybetme korkusudur.


10. Kur’an-ı Kerim Din’le ilgili tartışmalarda delil olması için indirilmiştir.


Genelde tüm İslam ülkelerinde, özelde ise Türkiye’de yaşayan Müslümanlar Din’le ilgili çeşitli konuları tartışıp durmaktadırlar. Dinle ilgili tartışmalar yapan çeşitli şahıs ve gruplar kendilerine göre çok değişik deliller ileri sürmekte ve bu delillerle iddiasını ispatlamaya çalışmaktadırlar. Dinle ilgili tartışmalarda, tartışan tarafların ileri sürdükleri deliller, isabetli bile olsa her Müslüman’ı bağlayacak olan kesin deliller değillerdir. Çünkü; Din’le ilgili tartışmalarda kesin ve tartışmasız delil olarak tüm Müslümanların kullanabileceği kesin kanıt Kur’an-ı Kerim’dir. O’nun en önemli indiriliş gayelerinden biride, Din’le ilgili tartışılan her meselede kesin kanıt olması içindir.


Buradan şu temel esası çıkarmamız mümkündür. Eğer Din adına yapılan tartışmanın konusu, çok önemli ve temel bir meseleyse zaten Kur’an’da vardır. O’na bakılarak Müslümanlar arasındaki ihtilaflar giderilir. Kur’an’da yoksa, o konu zaten öncelikli ve Kur’an’ın mesajının anlaşılmasına etki edecek kadar önemli değildir. Biz Müslümanlar elimizden geldiği kadar Kur’an’da esası olmayan konuları gündemde tutmamalı ve o tür ayrıntılarla uğraşarak Kur’an’ın mesajından uzaklaşmamalıyız. Ne yazık ki; Müslümanlara yol göstermeleri gereken birçok alim(!) Kur’an’da aslı esası olmayan önemsiz ayrıntılarla uğraşıp durmaktadırlar. Bu alimler ihtilaflı konularla uğraşıp dururlarken, O’nun asıl ve öncelikli konularını ise rafa kaldırmışlardır. Bunun sonucunda; Arap örf ve adetlerini dinin önemli hükümleri zanneden ve takke, sarık….vb uğraşırken, ihtiyacını Allah’tan değil de ölmüş evliyalardan isteyen ve Allah’a şirk koşan insanlar ortaya çıkmıştır. Kur’an merkezli düşünemeyen hocaefendiler oldukça elinde misvak, kalbinde Allah’la beraber bir başka ilah olan bu tiplemeleri görmeye devam edeceğiz


Allah’ın kitabında asıl olan öncelikli konuları bırakıp ayrıntılarda uğraşanlara hizipçilerin hemen hemen hepsini örnek olarak gösterebiliriz. Hizipçiler; Kur’an’ın temel konu ve kavramlarıyla uğraşmaz, O’na bütünlük içerisinde yaklaşmazlar. Onlar, Kur’an’ın içerisinden seçtikleri bazı ayetleri, hizbin öğretileri doğrultusunda yorumlayarak devamlı gündemde tutmaya çalışırlar. Kur’an’ın diğer ayetleri ve bu ayetlerden çıkarılan yorumlara gelince onları görmezlikten gelirler. Bu iddiamıza, Cihad’a takılıp hoşgörüyü unutan hizipleri veya hoşgörüye takılıp, Allah’ın dininin düşmanı kafirlerle Cihadı unutan hizipleri örnek göstermemiz mümkündür. Gayri İslami hükümlerle yönetilen beldelerde, idarecilerin insafları kadar İslamı yaşayabilen, ancak bunu idrak edemeyen ve klasik fıkhın en önemsiz konuları üzerine kurduğu düşüncesini, abartılı bir şekilde gündemde tutarak, dinin en öncelikli konusu gibi göstermeye çalışan hocaefendilerde aynı yanlışlığa düşmüşlerdir. Bunlar Kur’an merkezli olan konuları bırakarak, insanları gereksiz ayrıntılarla uğraştırır dururlar. Bu gibi hocaefendilerin hizbi eğitimine maruz kalmış olan günümüz Müslümanları, din adına, falan alimin veya mezhep imamının kitaplarına veya görüşlerine dayanan ihtilafları tartışıp durmaktadır. Bu yüzden bana göre, sana göre, bize göre, size göre tartışmaları Müslümanlar arasında sürüp gitmektedir. Halbuki; Hak ile Batılın birbirinden ayrılabilmesi için Allah’ın bize gönderdiği bir kaynak vardır. İşte o kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Teorikte her Müslüman şahıs ve hizip bunu ikrar etmesine rağmen, iş uygulamaya gelince bu ikrarlarının tam zıddını yapmakta ve Allah’ın ayetlerini bırakarak hurafeci alimlerin kitaplarındaki sahih-uydurma karışımı bilgileri Dinde delil olarak kullanmaktadır. Bu ölçüsüzlük düzelmedikçe Müslümanlar arasındaki Din üzerindeki tartışmalar devam edecek ve asla çözüme ulaşamayacaktır.


11. Kur’an-ı Kerim ortaya çıkacak her türlü ihtilafı ortadan kaldırmak için indirilmiştir.


Kur’an-ı Kerim; Hz Peygamber’e “Yahudilerin ve Hrıstıyanların, ayrılığa düştükleri şeylerin, Kur’an’la, açıklanması gerektiğini” belirtiyor. Ancak bu ayetin hükmü Yahudi ve Hrıstıyanlarla sınırlandırılamaz. Çünkü; Kur’an-ı Kerim, Yahudi ve Hrıstıyanlar arasındaki ihtilafları açıkladığı gibi, aynı zamanda tüm insanlar arasında çıkabilecek olan ihtilafları da açıklamıştır. Bu yüzden, Mü’min kimse ihtilaflarını Kur’an’la çözmelidir. O’nun verdiği hükümlere en küçük bir burukluk dahi hissetmeden boyun eğmelidir. Çünkü, O, Müminlerin ihtilafa düştüklerinde delil ve belge edinmek için başvuracakları yegane merci, ve ilk kaynaktır. Kur’an-ı Kerim, Hz Muhammed döneminde yaşayanlardan ta kıyamete kadar gelecek olan Müslümanların hepsinin ihtilaf ettiğinde, ihtilafını çözmek için bakacağı ilahi bir rehberdir.


O’nun “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır…” ayetinde belirtildiği gibi bir Müslüman’ın Dünya ve Ahiret mutluluğu için ihtiyaç duydukları her şey O’nda açıklanmıştır. Ancak bu son cümlemizi Allah Rasulü’nün Kur’an’ın açıklaması, yorumlanması ve pratik hayata aktarılması demek olan sünnetine hiç ihtiyaç olmadığı şeklinde anlamamak gerekir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in daha sağlıklı anlaşılabilmesi için Sünnete müracaat edilmesi şarttır. Ancak, Kur’an ve Kur’an merkezli Sünnet bırakılarak Kur’an’ı anlamamıza yardım etmeyecek hadislerle uğraşmak da doğru değildir. Bu konuda bizim ölçümüz şu olmalıdır. Bize göre “Kur’an-ı Kerim bize yeter” diyerek Sünnet dışlanamaz. Çünkü Sünnet zaten O’nun açıklaması, yorumu ve tatbikatıdır. Ancak hadislere aşırı bir önem atfedip onları Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin önüne geçirmekte doğru değildir. Çünkü hadisler, Kur’an ayetleri gibi değerlendirilemez. Onları Kur’an ayetleriyle eşdeğer sanmak çok yanlış bir anlayıştır.


12. İnsanlar arasında hükmedilmesi için indirilmiştir.


Şüphe yok ki Kur’an-ı Kerim, Müslümanlar arasında çıkacak olan problemlerin çözümü için indirilmiş bir hüküm kitabıdır. Hüküm konusu için Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda; hüküm vermenin tamamıyla Allah’a ait olduğunu, yaratmanın olduğu gibi emir vermenin de O’na ait olduğunu, Allah’ın hakimiyetinin sadece göklerde değil yerlerde de geçerli olduğunu, ve O’nun hükmüne kimseyi ortak etmediğini görüyoruz. Yüce Allah, kendi elçisine bile O’nun hükümlerine aykırı heva ve hevesten hüküm verme hakkı vermemiştir. Bu yüzden Müslüman emir sahipleri de hükmettiklerinde adaletle ( Allah’ın hükümleriyle, Allah ve Rasulünün hükümleriyle ) hükmetmelidir. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyip kendi heva ve hevesine göre hükmedenleri ise fasık, zalim ve kafir olarak vasıflandırmıştır.


Biz Mü’minlere düşen görev, Allah’ın düşmanları olan ve Kur’an’ın emir ve yasaklarını hiçe sayan idarecilere itaat etmemektir. Biz Mü’minler Allah’ın hükmüne çağırıldığımızda “işittik itaat ettik” deriz. Ancak Tağutlara itaate çağırıldığımızda; onların heva ve heveslerinden çıkardıklarını reddeder ve onlarla mücadelemize devam ederiz.


Sonuç olarak; Kur’an-ı Kerim fert ve toplum hayatını tanzim eden emir ve yasakları ihtiva eden ayetler içermektedir. Onun için, O’nu vicdanlara hapsetmek imkansızdır. O Müslüman’ın hayatına müdahale eden bir kitaptır. O İslami devlete fertlerinin birbiri aralarındaki münasebetlerin ve cezalarının ne olması gerektiğini bile açıklamış bir hüküm kitabıdır. Günümüzde özellikle O’nun bu yönü bazı kesimler tarafından unutturulmaya çalışılmaktadır. Müşavereyi tavsiye eden ayeti Demokrasi sisteminin meşruiyetine delil olarak gösteren zihniyete sahip olan bu kesimler, yukarıda belirttiğimiz ayetleri halkın görmemesi için azami gayret sarf etmektedirler.


Kur’an-ı Kerim’in indiriliş amaçlarını genel hatlarıyla açıklamaya çalıştık. Ancak bölüm içerisinde de belirttiğimiz gibi gerek Müslümanlar, gerekse de bunlara yol gösterecek olan hocaefendiler Allah’ın kitabını indiriliş amacına uygun bir şekilde kullanmamaktadır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim; günümüz insanının problemlerine çözüm getirecek rehber bir kitap olmaktan çıkarılmış ve tarihi süreç içerisinde çeşitli istismarlara maruz kalmıştır. Bu istismarları kitabımızın son bölümünde açıklamaya çalışacağız. Ancak son olarak şunu belirtelim ki; O’na indiriliş amacına uygun olmayan bir tarzda yaklaşan, kişi ve toplulukların, O kitaptan tam olarak faydalanması mümkün değildir.
GençKurt
GençKurt
KIDEMLİ ÜYE
KIDEMLİ ÜYE

Mesaj Sayısı : 819
Teşekkür Sayısı : 2
Kayıt tarihi : 08/09/09
Yaş : 28
Nerden : Turan

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz