Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

YUSUFİYEDE BİR MÜBAREK KADIN

Aşağa gitmek

YUSUFİYEDE BİR MÜBAREK KADIN Empty YUSUFİYEDE BİR MÜBAREK KADIN

Mesaj  Dava_Gülü C.tesi Ekim 17, 2009 2:04 am

YUSUFİYEDE BİR MÜBAREK KADIN


Gereği düşünüldü: ...... sanık Emine Akçil hakkında eylemine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 149. Maddesi gereğince idam cezası ile cezalandırılmasına oybirliği ile karar verildi.
Karar herkesin üzerinde büyük bir şok etkisi yapmasına rağmen asıl cezaya muhatap olan kadının üzerinde hiçbir olumsuz etki yapma­mıştı.


Sadece dudağında acı bir tebessümle kendisini cezalandıran hakimlere bakıyordu.Bakışlarında “Sizin vermiş olduğunuz bu ce­za benim için bir gurur ve sevinç vesilesidir,yeter ki Allah-ü-Teala' nın cezasına çarptırılmayayım" der gibi bir ifade vardı.Kendisiyle beraber yargılananlardan bayan olarak sadece o ceza almıştı.Diğer sanık­ların aksine, üzerinde olağanüstü bir sükunet ve metanet vardı. Onun bu halini gören diğerleri "Kadın haliyle Emine Bacımızda hiçbir telaş ve yıkılmışlık alameti görülmediği halde bizim böyle panik içerisine girmemiz hiçte doğru olmasa gerektir" diye düşünerek sakinleşmeye başladılar.Bir müddet sonra mahkeme heyeti üzerlerinde bulunan cübbelerini çıkarıp apoletlerindeki yıldızlarını parıldatarak neşeli bir şekilde sanki bayram tatilinden dönüyormuşçasına buz gibi duvarlarla çevrili mahkeme salonunu terk ettiler.Gülüşme sesleri uzaklaşırken yerini derin bir sessizliğe bıraktı.
Üç yıldır süregelen yargılama nihayet sonuçlanmış, Sivas Olaylarından dolayı yargılanan ülkücü sanıklar, mahallelerine saldırıp katliam düzenlemek isteyen iki Allah,Vatan ve millet düşmanından birisini kahramanca karşı koyarak saf dışı bırakmalarının karşılıklarını hepside masum sekiz kişinin idam cezasıyla ödemişlerdi.
Otuz üç yaşlarında tesettür kaidelerine göre örtünmüş nur yüzlü muhterem kadın acısını dışa vurmamaya gayret gösterirken ruhunun derinliklerinden, kendisi gibi idama çarptırılan kocasının acıklı durumunu ve evde yalnız başlarına bıraktıkları birisi üç, birisi beş, birisi yedi diğeri de dokuz yaşındaki yavrucaklarını düşünüyor, kanlı göz yaşlarını içerisine akıtıyordu."Ey kimsesizlerin sahibi yüce Allah'ım böyle küçücük yaşta hem yetim, hem öksüz kalan bu yavrularımı sana emanet ediyorum, sen emanet edilenlerin en eminisin, ne olur yavrularımı koru" diye içerisinden yalvarıyor, aklına gelen bütün sure ve duaları peş peşe sıralıyor, artık zaptedemediği gözyaşlarını etrafındakilere göstermemeye çalışıyordu.

12 Eylül Askeri Darbesi üzerinden henüz on iki ay geçmişti. Milli Güvenlik Konseyi ardı ardına idamları onaylıyor, onaylanan idamlar da çok geçmeden infaz ediliyordu. Nurani yüzlü kadının evinde toplanan anne, baba ve akrabaları hem kadının, hem de kocasının idam edileceklerini düşünüyor, bu durumu çocuklardan gizlemek için ellerinden geldiğince gayret sarf ediyorlardı. Sonunda çocukların anne ve babalarını bir daha görmemelerinin daha iyi olacağına karar vererek, çocukların hepsini de dayılarının yanına gönderdiler.Ailenin bütün endişesi verilen idam kararının Yargıtay tarafından onaylanması yönünde yoğunlaşıyordu.
Endişeli günler birbirini takip etti. Sonunda dosyanın Aske­ri Yargıtay'da görülmeye başlandığı haberi geldi. Avukatları yoktu. Davayı takip edebilecek kimseleri de yoktu. Nurani yüzlü kadının kardeşi ekip biçtiği tarlasından bir kaç dönümünü satarak Ankara'ya gitmiş, yapılan yargılama sonucunu Yargıtay'ın koridorlarında bir oyana, bir bu yana gidip gelerek sabırsızlıkla bekliyor, "Ya Rabbi,kardeşimi çocuklarına bağışla" diye dua ediyordu.
Mahkeme salonunun dev kapıları gıcırdayarak açıldı, önce hakimler çıktılar, onların arkasından mahkeme katibi göründü. Yüzü gülüyordu. Yaklaşık iki saattir salonun ayak basmadık bir yerini bırakmayan adamın yanına yaklaştı, “Haydi gözünüz aydın; heyet idam kararını bozdu. Cezayı müebbeten hapis ce­zasına çevirdi. Buna da şükretmek gerek" dedi. Zavallı adam üzülsün mü, sevinsin mi ne yapacağını şaşırmıştı. Müebbet hapis cezasına on altı sene yatılması gerektiğini söylemişlerdi. "Gün doğmadan neler doğar " diye söylendi içinden.Haberi bir an evvel kardeşine duyurmak için postanenin yolunu tuttu…
Erzurum Cezaevinin bayanlar koğuşunda her zamanki tek düzeliğin aksine hareketli bir gün yaşanıyordu. Yemek, çay ve sair ihtiyaçları için kullandıkları tüp gaz ocağının başlığı bozulmuş, tamir edilmesi için bütün koğuş seferber olmuş, bir an evvel bitmesi için ellerinden gelen bütün gayreti gösteriyorlardı.Sağcı ve solcu bayan tutuklulardan oluşan kırk beş kişinin tek amacı tamiratın sona ermesi ve bir an evvel demli çaylarını yudumlamalarıydı.
Nur yüzlü kadın olayların akışına kendisini tamamen kaptırmış, adeta kendi dışında olup bitenlerden habersiz hale gelmişti. O sıralarda on iki yaşlarında bir çocuk yanında bir adamla cezaevinin nizamiye kapısına kadar gelmiş, meraklı ve araştırmacı gözlerle bahçede oturan, gezinen ve tamir olacak ocağın başında bekleşen kadınlara bakıyordu.Birden kalp atışları hızlandı, nefesi sıklaştı; arkası kendisine dönük olmasına rağmen dört senedir görmediği, hep hayaliyle yaşadığı, rüyalarının süsü sevgili annesini hemen tanımıştı. Ruhu hemen ısınmış, kanı çekmişti. Üç gün evvel dayısı ile birlikte savcıya çıkmışlar, dört senedir görmediği annesini görebilmek için izin istemişlerdi. Fakat o taş kalpli savcı çok uzak yoldan gelmelerine, bütün ısrar ve yalvarmalarına rağmen bir türlü yumuşamamış, üstelik bir de "Zaten siz gerici yobazlar değil misiniz hep olayları çıkaran ve memleketi bu hale sokan" diye azarlanmışlardı.Hiç olmazsa gidip uzaktan olsun bir defa annesini görebilmek için cezaevi bahçesinin önüne gelmişlerdi.
Çocuk, ellerini kapıdaki paslı demir parmaklıklara geçirmiş, kalp atışlarındaki hızlı tempomun farkında bile olmadan hasret, özlem ve hayranlık dolu bakışlarla annesini süzüyordu. Dayısı duvarın kenarına çökmüş, umutsuz bir şekilde sigara içiyor ve acıyan gözlerle yeğenini seyrediyordu.
Çocuk artık içerisinden gelen feryatları daha fazla engelleyemedi. Sesinin çıktığı kadar "Anne Anne” diye bağırmaya başladı. Bahçede gezinmekte olan kadınların hepsi birden durup sesin geldiği yöne yöneldiler. Çocuk "Anne Anne" diye yeri göğü inletircesine bağırmaya devam ediyordu. Nurani yüzlü kadın bir an kalbi üzerine sanki bir jilet atılmış zannetti. Kalbi bir anda alev alev yanmaya başladı. Başını kaldırdığında kapının demirlerini elleriyle sarsarak "Anneci­ğim, Anneciğim" diyerek çırpınan oğlu ile göz göze geldi. Bir an ne yapacağına karar veremedi.Yıllardır hasretleriyle yanıp tutuştuğu evlatlarından biriyle hiç ummadığı bir anda karşı karşıya gelmesi hem ruhu, hem de bedeni üzerinde karmakarışık tesirlere yol açmıştı. Birkaç saniye her yanı bir ölüm sessizliği kapladı.Hiç kimseden çıt çıkmıyor, bütün tutuklu kadınlar, gardiyanlar, cezaevi doktoru ve sıhhiyeler sanki büyük bir hadise çıkacakmış gibi nefeslerini tutmuş öylece bakışıyorlardı.Saatler süren sessizliği andıran bir kaç saniyelik sükunet nur yüzlü kadının "Yavrum ,Yavrum, Oğlum, bir tanem" diye yanık yanık bağırmasıyla bozuldu.Zavallı kadın ne yapacağını şaşırmış, ga­yesiz ve şuursuz bir şekilde bir o tarafa, bir bu tarafa koşuşturup duruyordu. Nihayet aklı başına geldi; idare binasının önünde sandalyede oturan cezaevi müdürünün yanına çılgın gibi koştu. Soluk soluğa "Müdür Bey, Müdür Bey oğlum geldi.Ne olur müsaade edin de birazcık görüşelim, tam dört senedir ilk defa görüyorum, ne olur, ne olur müsaade edin” diye biteviye tekrar edip duruyordu.Cezaevi müdürünün bu cezaevine atanması iki ay önce yapılmıştı.Aslında çok iyi bir adamdı.Tutuklular tarafından da çok seviliyordu.İzin verdiğinde mesleki geleceğinin herhangi bir zarara uğrayacağından korktuğu için zoraki bir gülümseyişle başını "olmaz" der gibi sağa sola salladı. Nur yüzlü kadın tekrar bahçeye koştu, bu kez orada gezinenlere "Ne olur müdür neye söyleyin. Oğlum geldi, benim oğlum geldi" diye inledi.Yüzüne umutsuzca acıyarak baktılar. Elimizden bir şey gelmez" der gibi ellerini iki yana açtılar ve başlarını öne ederek yürümelerine devam ettiler. Biçare kadın dizleri üzerinde yere düştü, ellerini başına koydu, katıla katıla ağlamaya başladı.
Bir taraftan yıllardır anne hasretiyle yanıp kavrulan, sevgi ve şefkate muhtaç, sıcak bir anne kucağına hasret yaşamış, küçücük elleriyle kapının paslı demir parmaklıklarını yumruklayarak "Anne, anne gelsene bak ben geldim, ben senin oğlunum" diye çırpınan zavallı bir çocuk, diğer taraftan mazlum ve bağrı yanık, evlat hasretiyle yıllardır yanıp tutuşmuş, bunca zaman, evlatlarını bir defa olsun bağrına basmayı, onları öpüp koklamayı, başlarını okşamayı hayal ederek yaşamış bir anne acılar içerisinde kıvranıyordu.Oğlunun "Anne, Anne" diye inleyen sözlerinin her biri binlerce ok oluyor, gelip kalbine saplanıyor, ruhunda tarifi imkansız acılara yol açıyordu. Bir an ölümü düşündü. "Keşke ölmüş olsaydım da Rabbim bana bu acıları göstermeseydi" dedi.
Bütün olan bitenleri bulunduğu yerden izleyen cezaevi müdürü görüştürme hususunda kararsızlık içerisinde kıvranıyordu.Sonunda içindeki çatışmayı kazandı ve yanında beklemekte olan askere dönerek “Git Emine Bacı’nın oğlunu içeriye al. On dakika kadar görüşsünler.Vallahi bu karar ordudan atılmama sebep olacaksa bile ben bunu seve seve göze alıyorum; zira böyle bir tablo karşısında hiçbir vicdan sahibinin kayıtsız kalacağını zannetmiyorum" dedi.Asker de sanki o anı bekliyormuş gibi "Emredersiniz komutanım" diyerek uçar gibi nurani yüzlü kadının yanına koştu.Mübarek kadın hala yerde dizlerinin üzerinde duruyor ve hıçkırıyordu. Asker yanına yaklaştı yavaşça ” Gözün aydın Emine Abla müdür bey izin verdi şimdi oğlunu getiriyorum" dedi. Nizamiye kapısına doğru koştu.
Mübarek kadın bir anda üzerinden binlerce ton yük kalkmış gibi rahatladı. Ruhunu kuşatan kapkara bulutlar dağıldı, her taraf birden aydınlanmış gibi oldu. Cezaevi müdürüne karşı içi minnet duyguları ile doldu. Yavaşça doğruldu, gözyaşlarını ellerinin tersiyle silmeye çalıştı. Sen­deleyen adımlarla nizamiyeye doğru yürümeye başladı. O anda kapı da açılmış gül kokulu yavrusu ağlayarak “Anne, Anne, Canım Annem, ben geldim ben geldim" diye yürekleri parçalayan feryatlarla annesine doğru koşuyordu. Nur yüzlü kadın da "Yavrum benim, bir tane evladım, oğlum, canım kuzum,yetiştim" diye büyük bir iştiyakla oğluna doğru koşuyordu. Kısa bir süre sonra kucaklaştılar. Mübarek kadın hem ağlıyor, hem oğlunun ellerini, yüzünü, gözünü öpüyordu. Çocuk kendisini annesinin kollarına bırakmış, yılların özlemini beş on dakikalık sınırlı zaman dilimine sığdırmaya çalınıyordu.
Cezaevinde bulunan tutuklular, askerler ve bütün personel işlerini bırakmış,yılların verdiği hasret duygularıyla birbirlerine kenetlenmiş bu iki zavallı ana-oğulu ağlayarak seyrediyorlardı.

Ahsen İLTERİŞ
Dava_Gülü
Dava_Gülü
Yönetici
Yönetici

Mesaj Sayısı : 67
Teşekkür Sayısı : 0
Kayıt tarihi : 02/09/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz